Ocak 22' Maratonu: Anime Filmleri


Herkese Merhabalar!! Daha önceden de anlattığım gibi yeni yıl kararlarımdan biri her ay en az bir maraton yapmaktı (ilgili yazı için buraya tıklayabilirsiniz). İşte bugün sizlerle bu yılın ilk maratonunun analizini yapmak için toplandık: Anime filmleri maratonu ♡
Maraton kapsamında Ocak ayı sonuna kadar 5 ile 10 arasında anime filmi (Miyazaki yapımları hariç çünkü onlar ayrı bir maratonda izlenecek) izlemem gerekiyordu, ben de bunun için bir yarısı IMDb'yi, diğer yarısı ise güncel popüler olan animeleri baz olarak 10 filmlik bir liste oluşturdum. Ve bu listeden 6 film izleyerek tatmin edici bir sonuçla bitirdim Ocak ayını. 
Bu maraton benim için çok iyi denk geldi çünkü anime dünyasına oldukça yabancıydım (Totoro haricinde hiç anime izlemişliğim yok). Bu sayede çeşitli türlerde ve farklı dönemlere ait 6 anime izleme fırsatı yakalamış oldum ve türe karşı bir fikir edindim (keyfime kalsaydı erteleyip dururdum muhtemelen). Aşağıda izlediğim filmler için detaylı yorumlarımı bırakıyorum, en altta ise anime dünyasına dair izlenimlerimi yazacağım. Hazırsak başlayalım :)
**Filmlerin konuları beyazperde.com sitesinden birebir alınmıştır.


1. Akira (1988)
Gelecekte geçen Akira, bir motosiklet çetesi liderinin hikayesini konu ediyor. Motosiklet çetesinin lideri, hükümet tarafından üzerinde tehlikeli deneyler yapılan arkadaşını kurtarmak için harekete geçer. Çete liderinin arkadaşı, yapılan deneyler sonucu büyük yıkıma neden olabilecek psikokinetik güçlere sahip olur. Arkadaşını kurtarmak zorunda olan çete lideri, kendisini zorlu bir mücadelenin içinde bulur.
Puanım:8/10
Derinliğiyle, çizimleriyle ve verdiği mesajlarla hayal gücünün nerelere varabileceğini kanıtlar nitelikteki fütürist bilimkurgu filmi Akira o kadar çok şey barındırıyor ki içinde... Her şeyden önce yapıldığı yılı baz alsak da almasak da türünün çok daha ötesinde bir görsellik ve seslendirmeye sahip bir yapımdı. Hikayeyle harmanlanan şahane müzikleriyle, çizimlerdeki detaylar o kadar başarılı ki ilk 1 saatte filmden rahatsız oldum. Tabii bunun hikayenin ve hikayedeki Tokyo'nun karanlık dozunun çok yüksek olmasına da bağlamak mümkün. İlk yarı beni ne kadar rahatsız ettiyse 2. yarıda da hayranlıkla mest olmuş bir şekilde izledim (özellikle hikayenin sona doğru gelen o epik finalinde). İzlerken tüm bu Akira meselesinin bir metafor olduğunu anladım ama simgelediği şeyi tam olarak kavramakta zorlandım, belki birkaç sefer de daha izlemeliydim ama bunun yerine otekisinema.com'da 2013'te yayınlanan detaylı analinizi okudum ve kelimenin tam anlamıyla filmin özüne erişmiş bulundum. (Yazı için tıklayabilirsiniz) Kaneda'yı çok çok sevdiğimi belirtmeden geçemeyeceğim, aynı şekilde Tetsuo'nun kız arkadaşını ise hikâyede zorlama buldum diyebilirim. Olmasa da olurmuş gibi.

2. Grave Of the Fireflies (1988)
Grave of the Fireflies, insanlık tarihinin en kara lekelerinden biri olan II. Dünya Savaşı'nın yıkıma uğrattığı hayatları iki küçük kardeş üzerinden anlatıyor. Annelerini savaşa kurban veren Seita ve Setsuka babalarının da savaşta olması nedeniyle yakın bir akrabalarına gönderilirler. Burada tutunamayan bu iki küçük çocuk evden kaçarak, kendilerini savaşın izlerinin anbean körüklendiği sokaklara atarlar. Ancak bu yolculuk bildiğimiz türden yolculukların aksine, kan kokulu sokaklarda verilen bir yaşam savaşına dönüşecektir. Akiyuki Nosaka’nın yarı biyografik romanından uyarlanan film, savaş üzerine yapılmış filmler arasında en dokunaklı ve en gerçekçi üsluba sahip olanlardan biridir.
Puanım: 9/10
Konusuyla daha ilk sahneden itibaren izleyicinin kalbini acıtan bir anime Grave Of the Fireflies. Savaşın yüküyle ve beraberinde getirdiği enkazla başa çıkılması yeterince zorken filmde bu görevi üstlenen küçücük bir çocuk görüyoruz. Hatta öyle ki bu 14 yaşındaki çocukta tuhaf bir olgunluk var film boyunca. Çünkü büyümeye zorlanmış, başka bir seçeneği yok. Tüm film boyunca kontrolünü yalnızca 1 kere kaybediyor hatta, işte o zaman onun da küçük bir çocuk olduğunu hatırlıyoruz ve hayatın ve insanın acımasızlığıyla yüzleşiyoruz. Film boyunca o savaş psikolojisi, buna rağmen insanoğlunun her duruma adapte oluşu ve çaresizliği aktarımda şahit oluyoruz ve bunu minimum ajitasyonla yapmayı başarmış bir ekip görüyoruz. Ekipten bahsetmişken filmin Studio Ghibli'ye ait olmasının etkileri oldukça belirgindi.
Filmi bu denli çarpıcı yapan şey sanırım gerçekliğiydi (içinde bulunan mantık hataları da dahil, çünkü bir çocuğun yaptığı hareketlerde yetişkin mantığı aramak anlamsızdır). İzlerken 'bu hikâye gerçek, çok tanıdık, her gün birilerinin başına geliyor' gibi düşünceler peşinizi bırakmıyor. Üstüne çocukluğun masumiyeti ve sonsuz inanç hâli bu kadar yalın bir üslupla anlatılınca filmin yarısı boyunca tıpkı benim gibi ağlıyorsunuz :D (Özellikle son sahnede Seita tarafından doğrudan ekrana atılan bir bakış var, hesap sorar gibi ya da durumu anladınız mı artık der gibiydi, çok etkileyici buldum.) Ateşböceklerinin, üstelerine yağan bombalarla ve yitip giden canlarla bir bağlantısı olduğunu düşünerek izleyince daha bir etkileyici oluyor her şey. Değinmeden bitirmek istemediğim bir şey de filmdeki müziklerin çok doğru oluşuydu, karamsarlığı da umudu da yansıtmakta çok başarılı eserler seçilmişti. Sonuç olarak çok beğendiğim ve o iki küçük çocuğa aşık olduğum bir filmdi diyebilirim, herkesin izlemesi gerektiğini ve bir iç hesaplaşma yapmasını da öneririm.

3. Weathering With You
Tenki no Ko: Weathering With You, izole yaşamını ardında bırakarak Tokyo’ya yerleşen bir gencin hikayesini konu ediyor. Tokyo’da yeni bir hayata başlayan Hodaka, burada bir dergide işe girer. Hodoka bir yandan şehrin karmaşası ile boğuşurken bir yandan da şiddetli yağan yağmura alışmaya çalışır. Hodaka’nın hayatı özel bir gücü olan Hina adında genç bir kızla tanışması ile bambaşka bir hal alır.
Puanım: 7/10
İzlediğim ilk modern anime filmi olmasıyla birlikte, ilk romantik animem oldu WWY. Konu oldukça yaratıcı (sanırım bu anime sektöründe sıklıkla rastlanan bir şey) hatta çok eğlenceli olduğu için izlerken sıkılmadım. Tüm karakterlerin kendini sevdirme gibi bir huyu vardı diyebilirim. Çok derin bir mesajı, anlatımı vardı diyemem ama düşündürten bir yani da oldu. Mesela olacak olan kötü bile olsa müdahale etmeli miyiz? Kendimizi illa feda etmek gerekir mi? Görselliğin ne kadar harika bir düzeyde olduğundan da bahsetmek istiyorum. Bazı sahnelerde gerçek dünyayı görür gibi oldum. Rahatlıkla kendinizi kaptırabileceğiniz olay akışıyla bu görsel şölen birleşince arada sanki her şey gerçekmiş ve gerçek bir gençlik filmi izliyormuşum hissine kapıldım, bu hisle izlemek çok keyifli bir deneyim oldu benim için. (Belirtmek isterim ki ana erkek karakterin sesinden hiç hoşlanmadım, çok uyumsuz geldi bana, gereksiz yerde bağırmaları da rahatsız etti ama belki de kulağım Japonca'ya aşina olmadığı içindir.)

4. Pom Poko (1994)
Heisei tanuki gassen pompoko, evlerinin yok olması ile karşı karşıya olan rakunların yaşamlarına odaklanıyor. Rakunların yaşadıkların ormanlık alan, kentsel dönüşüme sokulmaya planlanır. Orman yok edilip, yerine büyük binalar dikilecektir. Yaşam alanlarının yok olması ile karşı kaşrıya olan hayvanlar, inşaatı durdurmak ve evlerini korumak için zorlu bir mücadeleye girişir.
Puanım: 8/10
Japon mitolojisinin ne denli büyüleyici ve köklü olduğunun kanıtlıyor sanki izlediğim her anime. Kültürel olarak o kadar yaratıcı ve eğlenceliler ki, her sanat dalına bunu rahatlıkla harman edebiliyor ve ortaya harika eserler çıkartıyorlar. Pom Poko da bu kültürel mirasın ufak bir parçasının, Studio Ghibli vasıtasıyla devasa bir masala dönüşümü gibiydi. Her ne kadar çocuklara asla uygun olmasa da, yine de izlerken sizi çocukluğunuza da götüren büyülü bir atmosferi vardı. Tuhaf bulduğum yerler olmadı mı oldu, ama hikayenin bütününe, derdine ve anlatış şekline hayran kalmamak elde değil. 2 saatlik bir insanlık öyküsünü hayvanlar vasıtasıyla dinletti kısaca.

5. Your Name. (2016)
Senin Adın, farkı yerlerde yaşamalarına rağmen birbirlerine bağlı bir hale gelen iki yabancının hikayesini anlatıyor. Hayatından pek memnun olmayan Mitsuha, etrafı dağlarla çevrili bir bölgede yaşar. Vali olarak çalışan babası seçim kampanyaları ile uğraşmaktadır. Evde kendisi, kardeşi ve büyükannesi dışında kimse yoktur. Kırsal kesimdeki yaşamından fazlasıyla sıkılan Mitsuha, Tokyo'da yaşamanın hayalini kurar. Mitsuha ile aynı yaşlarda olan Taki ise, Tokyo'da yaşayan bir gençtir. Taki'nin günleri çalışarak ve arkadaşları ile vakit geçirerek geçer. Ancak bir gün, rüyasında kendini dağların sardığı bir kentte yaşayan bir kız olarak görecektir. Mitsuha ise tam tersi, kendini Tokyo'da yaşayan bir erkek olarak. Birbirine yabancı bu iki genç, garip bir şekilde kendilerini, birbirlerine bağlanırken bulacaktır.
Puanım: 9/10
Your Name.'in herkes tarafından neden bu kadar beğenildiğini hatta kitabının da Türkiye'de çok ilgi gördüğünü artık anlamış bulunmaktayım. Hatta romanını ben de almak istiyorum artık :D Çünkü çok keyifli, son derece yaratıcı bir film. Hikaye bilimsel olduğu kadar mitolojik. Hem modern hem geleneksel. Duygusal ama fazlasıyla eğlenceli. İzlerken o kadar hoşunuza gidiyor ki keşke dizi olsaydı da uzun uzun izleyebilseydim diyorsunuz. İki gencin birbirinin hayatını yaşayışları ve belki de eksikliğini hissettikleri yanlarını bu şekilde tamamlamaları ve sonrasında gelişen olaylar son derece akıcıydı. Seçilen müzikler çok yerindeydi. En önemlisi artık animelerde alıştığım harika görsellikti. Bu çizimler o kadar güzel ki insan gerçeğin ekranda gördüğü gibi olmasını istiyor izlerken :D Spoiler vermemek adına yorumu burada bitireceğim ama Your Name. tekrar tekrar izleyebileceğim çok tatlı bir aşk hikayesiydi diyebilirim.

6. Blood: The Last Vampire (2000)
Saya, gizli bir devlet kuruluşun da görev alan bir vampir avcısıdır. Son görevi, Yokota'da bulunan ABD'ye ait bir hava alanı yakınlarındaki Yokota lisesinde meydana gelen esrarengiz ölüm olayının faili olan vampirleri yok etmektir. Görevi zorda olsa kabul eden Saya ekip amiri olarak görev yapan David tarafından okula sıradan bir öğrenci gibi yerleştirilir. Böylelikle göreve başlamış olan Saya kısa sürede vampirleri bulur ve aralarında büyük bir mücadele başlar.
Puanım: 6,8/10
Korku-gerilim türünde izlediğim ilk animenin hakkını vermek için Blood'ı maratonun son gecesine saklamıştım ve dün gece oturup izledim. Blood, 40 dakikalık bir film olduğu için göz açıp kapayıncaya bitti (Tabii bunun nedeninin ekibin elinde olmayan kısıtlamalar yüzünden olduğunu, hatta sonradan Blood+ dizisi ile hikayenin hakkını verdiklerini sonradan öğrendim). Hâliyle aklımdaki soruların hiçbirine cevap verememiş oldu. Bu nedenle ne karakterlerde ne de hikâyede bie derinlik vardı. Öte yandan -özellikle girişteki metro sahnesinde- çok başka bir seviyede detaylı ve gerçekçi bir çizim tekniği kullanılmış, hayranlıkla izledim. Hatta bu harika çizim ve potansiyel sahibi hikaye 40 dakikaya sıkıştırıldığı için kızdım da. Saya karakteri oldukça karizmatik, soğukkanlı bir yaratık avcısıydı, ikonik bir yanı vardı. Bahsi geçen vampirimsi kan emici yaratıkların çizimlerine de bayıldım. Filmde güzel birçok şey var ama yarım kalmışlık yüzünden tadı damağımda kaldı işte, sanki bir dizinin ilk bölümüymüş gibiydi. Yine de türünde başarılı sayılan bir film olduğu için ilgilisine önerebilirim ^^

GENEL ANALİZ
Daha erken başlamadığıma kesinlikle pişman olduğum anime dünyası, 'bir kere izlenmeye başlandı mı neden bu kadar vazgeçilmez oluyor?' sorusunun cevabını verdi bana. Her şeyden önce çok eski zamanlara dayanan ve yıllar geçtikçe üstüne daha da fazlasını katan Japon mitleri harika bir maden niteliği taşımakta bu sanat dalında. Animelerin çoğunda da bu mitolojik ve kültürel altyapının yansımalarını görebilmek mümkün. Klasik bir animasyonun aksine yaratılan hayali dünya son derece gerçekçi bir perspektifte yansıtıldığı için, izlediklerimiz gerçekten de dünyada var olabilirmiş gibi geliyor. Bunda üst seviye ve detaycı çizim teknikleri ve genelinde tercih edilen doğru müzik eserlerinin de katkısı yadsınamaz.

Sadece son derece yaratıcı hikayeleri de değil etkileyici olan, genel olarak hepsinin anlatmaya çalıştığı bir derdi, eleştirdiği bir konusu, toplumsal bir kaygının yansıması var. Sadece bir tek anime filmiyle bile Japon halkına dair detaylı analizler yapılabilir.

Hikayelerden bahsetmişken yaratıcılıklarının sınırı o kadar yok ki, bundan sonra izleyeceğim herhangi bir filmin bana çok etkileyici gelmesi mümkün değil sanırım. Gerçekliğin sınırlamaları, çok daha fazlasını verebilen anime türünün gölgesinde kalacağı için izleyici olarak beni tatmin etmesi bir hâyli zor olacaktır. Aynı zamanda animasyon türü eserleri için de fazlasıyla gerçekçi bir yapıya sahip olduğu için de bu türden de sıyrılıyor animeler.

Daha çok izledikçe muhtemelen daha çok bağlanacağım animeler hakkında konuşulacak daha çok şey vardır muhakkak ama ben şimdilik sözü burada noktalıyorum ve sizlere veda ediyorum (:

Yorumlar

  1. Elinize sağlık çok dolu dolu bir yazı olmuş Miyazaki eserlerinide en kısa zamanda izlemenizi öneririm hepsi birer başyapıt niteliğinde

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

- Arkadaşlar yorumsuz bırakmayın lütfen; ama kaba ve rahatsız edici kelimeler ve konularda da yorum yazmayın !
-Yorumlarınıza en kısa zamanda hep cevap vermeye çalışacağım :)

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *