Kitap Yorumu || Beni Seç (The Selection # 1) - Kiera Cass

Kitap Adı: Beni Seç 1
Yazar: Kiera Cass
Çevirmen: İmer Aydınlık
Yayınevi: DEX
İlk Baskı Yılı: 2013
Dil: Türkçe
Arka Kapak Yazısı:
Bir prens nasıl tavlanır?
Illéa ülkesinde tüm genç kızlar doğdukları günden beri sınıf atlamanın peşinde. Paha biçilmez mücevherlere, göz alıcı elbiselere ancak bu şekilde sahip olabilecekler. Bunun için tek bir şansları var: SEÇİM. Kıyasıya bir mücadeleyle geçen Seçim'i kazanmanıntek yolu Prens Maxon'ı kendine âşık etmek.
America içinse Seçim, bir kâbustan farksız. Bu yarışa girmeyi kabul ederse, kendisinden aşağı sınıftan olduğu için herkesten gizlediği aşkı Aspen'i arkasında bırakmak zorunda kalacak. Öte yandan bu, ailesinin tek kurtuluş şansı.
America saraya adım atar atmaz, kendini esrarengiz bir dünyanın içinde bulacak. Saray hiç de dışarıdan göründüğü gibi olmayacak.
35 kızın katıldığı vahşi bir yarış nasıl kazanılır?

Puanım: 7,3/10
Yorumum:
Herkese Merhabalar!! Uzun zamandır merak ettiğim bir seri olan The Selection'ın ilk kitabını, yani Beni Seç'i bitirmiş olmanın verdiği mutluluğu yaşıyorum desem abartmış olmam. Kitap bazı açılardan tam benlikti. 
Konusunda kısaca bahsedecek olursam, büyük bir dünya savaşı sonrası yeniden şekillenen dünyada Amerika, Illéa isminde bir krallık olarak küllerinden doğmuş yeni bir devlettir. Bu yeni devlet ile şekillenen yeni bir kast sistemi vardır. İnsanlar yetenekleri ve aileleri doğrultusunda 8 ayrı sınıfta kümelenmiş ve bu sınıfların dışına çıkmaları imkansıza yakındır. Birgün sınıfları farketmeksizin her bölgeden bir genç kız seçileceği ve bu seçilmiş 35 kızdan birinin, sarayda geçirdikleri süre içinde en sona kalıp prens Maxon ile evleneceği ve Illéa'nın yeni prensesi olacağı duyurusu yapılır. Kitapta anlatıcımız ve Seçim'e katılan kızlardan biri olan America ise saraya davet edilen leydilerden biri olarak seçilir ve bir 'Altı' olan sevdiğini yani Aspen'i arkasında bırakarak saraya, kendisini bekleyen 34 rakibinin yanına gider.

Kitabın hem günümüzde geçen saray kurgusu hem de distopik oluşu beni direkt kendine çeken özelliklerinin başındaydı. Ana karakter de dahil olmak üzere tüm karakterlerin varlığı son derece ölçülü ve gerekliydi, yoran gereksiz bir karakter yoktu diyebilirim (ana karakterin bazı kararları beni çileden çıkarsa da onun da haklılık payı vardı genel olarak :D). İlk kitap sonuyla da daha bir belirginleştirildiği üzere tam bir aşk üçgeni yaşatmak üzerine kurulmuştu. İlk yarıda Aspen'e üzülüp, ayılıp bayılırken, bir anda araya giren tatlı bir Maxon ile kalbimin ikiye bölündüğünü söyleyebilirim. Ama illa bir taraf seçeceksem Maxon'ın daha cazip bir paket olduğu gerçek ^ㅅ^.

Hoşuma gitmeyen şeylerden biraz bahsetmek istiyorum: Mesela 35 kadının, bir adam için yarışması. İşlenmek için iyi bir konu mu? Evet. Ama yine de başta bu kadar yüzeysel bir konunun baş kahramanı olduğu için Maxon'a karşı bir önyargı hissettim (tıpkı America gibi) ama yazar bunu ilerledikçe geçerli bir kalıba oturtmuş bu sebeple, ilk başladığım kadar beni rahatsız etmedi. İkinci nokta ise entrika düzeyinin beklentimi karşılamaması. Madem bir kere böyle bir işe giriştik bari daha karanlık işlenseydi sonuçta işin ucunda taht var. Bu biraz fazla yüzeysel bir genç yetişkin kitabı tadında olmuştu. Kötü değildi fakat daha etkileyici olaylar olabilirdi, kitabın kötüsü bile çok kötü değildi yani. Belki devam ettikçe diğer kitaplarda bu konu daha da tehlikeli seviyelere getirilebilir elbette belli olmaz (devam kitabını hemen okumak için kendimce sebepler uyduruyor da olabilirim :D)

Eh sadece beğenmediğim şeylerden mi bahsedeceğim? Elbette hayır! Kitapta çok etkileyici bulduğum detaylar da vardı ve bunlar sayesinde de bu seriyi okumaya devam edeceğim hatta. İlk olarak yazarın oluşturduğu yeni düzen, yazdığı alternatif tarih zekiceydi ve argümanları son derece gerçeğe yakındı. Hikayenin distopik kısmı güzel kurgulanmıştı, ve bunu asiler, sınıfsal ayrımcılık, dost-düşman halklar vb. detaylarla harika süslemişti. Yani kesinlikle altı boş bir hikaye diyemem. Devamında neler olacağını ve bu işin nereye varacağını kesinlikle merak ediyorum.

Romantik kısımlar da bir o kadar keyifli, masal gelenekselliğine modern bir bakış açısı getirmiş Roth. Ortada bir saray, prens ve (muhtemelen) beyaz atı var fakat bu ana karakterimizin de temsil ettiği üzere bir kadının bir erkeğin kollarına atılması için yeterli bir gerekçe değil. Aksine Maxon'ın sürekli kendini America'ya bir birey olarak ispatlama çabasını görüyoruz/göreceğiz. Ve Amerika ise hikaye boyunca asla seçilen değil hep seçen konumunda yer alıyor, daha doğrusu Maxon ile eşit olduğu bir ilişki içinde yer alıyor. Bu türe ait, bu tarz bir bakış açısına sahip bir hikaye okumak nasıl desem... lezzetliydi. Yeni bir tattı benim için.

Daha detaylara insem belki daha çok şey vardır konuşulacak fakat yazımı burada sonlandırıyorum. Serinin devam kitabında görüşmek üzere!

Yorumlar

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *